Ideen-Fabrikant, Generaldirektor der Traumfabrik

Sınırlar En Çok Beni Yaraladı

Hüseyin Işık, 6 Ocak 1998, İstanbul

“Atlasını yine açık bırakmışsın, okyanuslar evimizi gene sular altında bırakacak…” dedi annem.

Hemen koşarak penceresiz, tek odalı, yerin üç kat altında bulunan Kapıcı odamıza indim ve yıllardır çalışma masam olarak kullandığım dikiş makinesinin üzerindeki renkli dünya atlasımı kaptım. (Bu atlas, uzun süre tek eğlencemdi.)

Babamın sınırlı imkanlarıyla, ne başka bir şehre, ne başka bir semte, hele başka bir ülkeye hiç gidemezdik. Kitapların, özellikle romanların etkisiyle, tüm dünyayı görmek istiyordum. Bu istek, bir oyun icat etmeme yol açtı:

Atlasımı açıyor ve o gün hangi ülkeyi ziyaret etmek istediğime bakıyordum (eğer o gün Jules Verne okumuşsam, vay halime). Böylece dünyadaki tüm ülkeleri, şehirleri, hatta küçük köyleri tanıdım. Tüm dağlara tırmandım, tüm göllerde ve nehirlerde yüzdüm, dünyadaki tüm denizlerde yelken açtım.

Pek çok dostluk kurdum.

Bunu nasıl mı yaptım?

Çok basit bir yöntemle: Hangi ülkeyi ziyaret etmek istersem, önce haritanın ölçeğini dikkate alıyordum. Eğer ülke 1:1.200.000 oranında küçültülmüşse, hayal gücümde onu 1.200.000 kat büyütüyordum.

Nehirler, vadiler, dağlar, şehirler, sokaklar, evler… her şeyi, her şeyi görebiliyordum.

İnsanları ve onların hayatını hayal ettim. Ama anlamadığım bir şey vardı: kırmızı bir çizgi ve kırmızı bir nokta, sonra yine kırmızı bir çizgi ve kırmızı bir nokta, ülkeleri sürekli çevreliyordu. Zamanla anladım ki, bunlar sınırlardı.

Bu noktaları ve çizgileri hayal gücümde 1.200.000 kat büyüttüğümde, gözlerimin önünde devasa, alev kırmızısı bir Çin Seddi ya da bir kale duvarı ve yanında kırmızı bir kule beliriyordu…

Bütün bu ülkelerin etrafına böyle yüksek duvarlar ve kuleler inşa etmek ne kadar zor olmalı, diye düşündüm kendi kendime.

Bu görüntü yıllarca gözlerimin önünden gitmedi.

Ta ki yıllar sonra bir uçak yolculuğu yapana kadar: Cam kenarında oturuyor, çocukluğumdaki atlas oyununda olduğu gibi aynı merakla yeryüzüne bakıyordum.

Nehirler, dağlar, vadiler, şehirler… her şey, her şey oradaydı, her şey yerli yerindeydi…

Ama sınırlar, hiçbir sınır yoktu. Yıllarca, on yıllarca bizi kandırmışlardı…

Yemin ederim, sınırlar yoktu. Yemin ederim, kendi gözlerimle gördüm.

Hüseyin Işık, 6 Ocak 1998, İstanbul

“Düşünmeden, acımadan, saygı göstermeden,

etrafıma yüksek duvarlar ördüler.”

Demir Perde’nin düşmesi ve Avrupa Birliği’nin genişleme çabaları, Avrupa içinde hareket özgürlüğünü kolaylaştırdı.

Schengen Anlaşması, sınır geçişlerini formalitesiz hale getirdi…

Avrupa vatandaşları sınırsız hareket özgürlüğünden emin gibi görünüyor.

Bu, madalyonun bir yüzü. Ancak diğer yanda, “ötekilere” yönelik kontroller sıkılaştırıldı.

Dış sınırlardaki kontroller her zamankinden daha katı ve koordineli: Avrupa Kalesi yaratıldı.

En azından bir yarı kale, çünkü Avrupa’yı yeni bir sınır ikiye bölüyor.

"Dışarıda yapmam gereken çok iş vardı…

Duvarları nasıl yükselttiklerini fark etmedim.”

Avusturya-Macaristan sınırında, yasa dışı göçmenlere karşı önlemlerin yoğunlaştığı bu sınırda, “re”Aksiyon Sınır-sız etkinliğimi gerçekleştirdim

Açık bir tarlanın ortasında, tam sınır çizgisi üzerinde, ahşap ve metalden yapılmış devasa bir kapı inşa ettim

Kapı kilitli: anahtarlar, zincirler, asma kilitler, sürgülerle…

Açık bir tarlada durmasına rağmen, bu kapıyı aşmak imkânsız görünüyor.

“İşçiler öyle gizlice ve sessizce çalıştı ki,

beni dünyadan dışladılar, hiçbir şey hissetmedim.”

Projenin hazırlanmasına ve desteklenmesine katkıda bulunmak için diğer sanatçılar, mülteci yardım ve insan hakları örgütleri, Caritas ve diğer STK’lar davet edildi.

“Şimdi burada, kaygısız ve çaresiz oturuyorum,

beni yiyip bitiren bu kader dışında.”

SINIRSIZLIK